Bir yıldan fazla oluyor, anneannemin dâr-ül bekâya irtihal ettiği. Lakin ben; hâlâ ilk gördüğüm o koca apartmanda nice insanları uğurlayan o apartmanın bir dairesinde kendi halinde yaşıyor diye avutuyorum kendimi...
Merhume anneannemle aramızda güçlü bir bağ vardı. Çoğu zaman onla dertleşir, gülüşürdük. Onun iç güzelliğinden, sağlam imanından ve hayat tecrübesinden çok bilgi edindiğim olmuştur.
Bir zaman elinden tutup, teyzemlere doğru ilerlerken tam asansörün önünde son derece nazik bir ses ile "Têra xwe ji we re dibim bar. De here karê xwe lo, ezê herim mala xaltiya xwe." (Yeterince size yük oluyorum. Haydi canım, git işine sen, ben giderim teyzenlere) dedi. İçim parçalanarak kırık Kürtçem ile kulağına yanaşıp "Care ka din wê hevokê bi kar neyne, tu ferîşteya me ya bêper û baskî." (Bir daha o cümleyi kullanma, sen bizim kanatsız meleğimizsin) diye fısıldadım. Ne çok sevindi...
Teyzemlerin evine vardık. Eve sağ ayakla girmeyi ihmal etmezdi keza dilindeki o kutsal sözcüğü kullanmayı da: "Selâmünaleyküm" içeri girdikten sonra odanın uzun dökümlü dantel perdesini aralar, bakır bacaklı sehpasını yanına alıp, kanepesine çöker, kadim saatini göz önüne alır, etraftakilere " Eman, bila kesek bi seet ê nelêze, vexta limêj ê hatiyê eyarkirin." (Aman, kimse saatle oynamasın, namaz vaktine ayarlanmıştır) diye iç çekip tembihler, elinde ki doksan dokuzluk tespihi ile salâvatını çeker de çeker, ta ki gün solana dek...
Anneannem hep en güzel suretiyle bakıyordu bana. Doğaya, bir çocuğa, süt içen bir kediye bakar gibi... Öyle içten, öyle samimi... Anneannem hayatının son bir ayını çok ağır bir eklem ağrısı ile geçirdi ve ben o dönemde içim kanayarak anladım ki hayatta en mühim olan şey; Sağlık, sağlık, sağlık.
Evvel zaman vefat etmeden tam iki hafta önce vakit yatsıyı geçmişti, odama mihman geldi anneannem. Boynundaki doksan dokuzluk tespihi, kadim çiçekli entarisi, kar gibi beyaz tülbendi ile koca çerçevenin ardında dalgın, küçük gözleri ile beni süzüyordu. Sonra geniş bir gülümseme kapladı parıltılı yüzünü. Gözler kısıldı, mahcup dolu bir ses ile "Tu dikarî nivînên min raxînî, ez ê bi şev rabim nimêja teheccudê." (Benim yatağımı serermisin gece teheccüd namazına kalkacağım) dedi.
O an İştirakî dergisinin onuncu sayısı çıkmış, masamda bakınırken derginin ardında saf tutan kalem cemaatinde yer alma nasibine erişmişken, anneannemin ricasını masamdan fırlayarak kabul buyurdum. Yatağını serip, annemin anneanneme aldığı dinamik kırmızı renkli elmaları dilimleyip, ılık suyunu yatağının yamacına koydum. Odama girerken anneannemi derginin sayfalarında gezinirken gördüm. Coşku dolu bir sesle “Ka yek deqqê wisa bisekine!” (Aman, böyle dur bir dakika!) dedim. Bir an ürktü, sonradan memnuniyetle der gibi kafa salladı. Yazdığım sancılı satırlarda, o hayat izleri olan mübarek eleriyle bir müddet gezdirdi, acıma teselli oldu.
Şimdi, sabit ve buğulu gözlerle boşluğa baktığım zaman Cemile teyzemin ve annemin yüzündeki ağır kederi silmek için Bayram sabahı güzel bir duş alıp temiz kıyafetimi giyeceğim, sana geleceğim, geleceğiz. Mübarek ellerini öpemeyeceğim lakin kurumuş, sert toprağına vefatının ağır kederine su serpeceğim…