İmanın ve marifetullah bilincinin endişeleri izale ettiği hususu tecrübelerle kaytda geçirilebilir. Hayatta olup biten herşeyin mutlak bir irade ile başladığı, kontrolün hiçbir zaman kaybolmadığı ve her hadisenin başından sonuna kadar kader ile hem tersim hem tahdid edildiği bilinci iman sahibi ferde en büyük güvence en kıymetli hayat sigortasıdır.
Ezeli ve ebedi olan Zat, zatıyla birlikte herşeyi bakileştirmektedir. Hiçbir şey abes, tesadüfi değildir. Hele insan, kaybolacak kaydolunmayacak ve bir haşir sabahına uyandırılıp yaptıklarının karşılığını görmeyecek değerini bulmayacak bir mahluk değildir. Öyleyse olup biten herşey bir imtihandır. Bir ikramdır. Bir mektuptur.
Zaten iman sahibi ferte öğretilen ders de “havf ve reca” arasında bir hayat sürdürmektir. Yani, korku ve ümit arasında dengeli bir yaşam sürdürmektir. Allah’ın rızasını kazanmak olarak ifade edilen takva mertebesi bu çizgide kazanılabilmektedir.
Ne, “ben oldum artık tamamdır” denilebilecek kendini beğenmişlik hali ne de, “”battım gittim benden bir halt olmaz” karamsarlığı. Doğrusu, ümitle, aşkla, şevkle doğru bir hayatı yaşamak, yanlışlarda ısrar etmeden doğruya yönelmek ve her an kendisini bekleyen mayınların farkında olarak yola devam etmektir.
HALLEY KUYRUKLU YILDIZI
Bediüzzaman imanlı insan ile dalalet bataklığına bulaşan insanın korkuyla imtihanını Halley kuyruklu yıldızı meselesine atıf yaparak da anlatır. 11 Mayıs 1910 gecesi vuku bulan uzay hadisesi insanoğlunun ürkme davranışını anlamak açısından ilginç bir örnektir. Halley Kuyruklu yıldızının dünyanın çok yakınından geçeceğini farkeden Amerikalılar, evlerini terk ederek sığınaklara, dağlara kaçmışlardır.
Kuyruklu yıldız yörüngesinden hareket ederek dünyanın 23 milyon km geçerek zarar vermeden geçer ama korku insanların yüreğinden hususi dünyasından tamamen geçecek değildir. Çünkü tüm cenneti, bütün yatırımı yaşadığı mevcut dünya ve soluduğu hayatı olan imanla tanışmamış insanı bir halley değil, binlerce halley tehdit etmektedir.
Hayatı çekilmez kılan her ayrılık, her acı, her ölüm, her erişilmezlik mutsuzluğunu perçinleyen bir kuyruktur. Böyle olduğu içindir ki, her mutluluk da birer kuyruklu yalandır. Bediüzzaman, halley kuyruklu yıldız hadisesini şu tesbitle yorumlar:
"Tam münevverü’l–kalb bir abidi (kalbi nurlanmış bir mü’mini) küre–i arz (dünya) bomba olup patlasa, ihtimaldir ki onu korkutmaz. Belki, harika bir kudret–i Samedaniyeyi (Allah’ın kudret tecellisini) lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat, meşhûr bir münevverü’l–akıl (aklı parlak) denilen kalbsiz bir fasık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse yerde titrer. ‘Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?’ der, evhama düşer. Bir vakit, böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hanelerini terk ettiler.” (5)
SANDAL MESELESİ
Korku damarının işetilmesi hususunu da işleyen Bediüzzaman, Kuran hadimlerini hizmetten alıkoymak için bu oyunun “ehl i dünyanın hafiyeleri ve ehl i dalaletin propagandacıları” tarafından bile bile devreye konulabildiğine işaret etmektedir. Şöyle der:
“İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler; onunla korkakları gemlendiriyorlar. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacıları, avâmın ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar, korkutuyorlar, evhamlarını tahrik ediyorlar.
“Meselâ, nasıl ki damda bir adamı tehlikeye atmak için, bir dessas adam, o evhamlının nazarında zararlı görünen birşeyi gösterip, vehmini tahrik edip, kova kova, tâ damın kenarına gelir, baş aşağı düşürür, boynu kırılır. Aynen onun gibi, çok ehemmiyetsiz evhamla çok ehemmiyetli şeyleri feda ettiriyorlar. Hattâ, bir sinek beni ısırmasın diyerek, yılanın ağzına girer.”
Bu korkunun yersiz olduğunu ifade için de sandal meselesini anlatır Yimi Dokuzuncu Mektup’un Altıncı Kısmında. Hikayeyi dinleyelim:
“Bir zaman Allah rahmet etsin mühim bir zat kayığa binmekten korkuyordu. Onunla beraber bir akşam vakti İstanbul’dan Köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyüb’e gitmeye mecburuz. Israr ettim.
Dedi: “Korkuyorum; belki batacağız.”
Ona dedim: “Bu Haliç’te tahminen kaç kayık var?”
Dedi: “Belki bin var.”
Dedim: “Senede kaç kayık gark olur?”
Dedi: “Bir iki tane. Bazı sene de hiç batmaz.”
Dedim: “Sene kaç gündür?”
Dedi: “Üç yüz altmış gündür.”
Dedim: “Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden birtek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz.”
Hem ona dedim: “Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?”
Dedi: “Ben ihtiyarım. Belki on sene daha yaşamam ihtimali vardır.”
Dedim: “Ecel gizli olduğundan, herbir günde ölmek ihtimali var. Öyle ise, üç bin altı yüz günde hergün vefatın muhtemel. İşte, kayık gibi üç yüz binden bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimalle bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et” dedim. Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim:
“Cenâb-ı Hak havf damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hattâ beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havfmeşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimalle havf etmek evhamdır, hayatı azâba çevirir.”
ENDIŞESİZ OLMAZ
Endişe, insanoğluna bahşedilen akıl ve şuur donanımlarının işletilmesinin bir ürünüdür. Nitekim.insanlar arasında korkuyu tamamen hayatında bulundurmayan kimselere akıllı muamelesi yapılmaz ve ruh sağlığ otoriteleri de böyleleri için acilen tedavi yada kontrol tavsiyesinde bulunurlar. Korkunun tutsağı olmak kadar korkuyu hissetmeme hali tehlikedir insanoğlu için.
Doğrusu, hayatı muhafaza için tehlikeleri bertaraf etmek için korkuyu hissetmek ve tehlikeleri bertaraf edecek iradeyi ortaya koymaktır.
Peki bu nasıl mümkün olacaktır?..
İşte yazımızın araladığı konunun başlığı da aslında budur. Korkuyu yada daha da geniş anlamı olan “endişe” yi sağlıklı yönetme konusu her insanın karşı karşıya kaldığı bir sorundur. Çözümü de, yaratılışın kodlarında aramak en doğrusu olacaktır.
Korkunun kaynağını bilmek en birinci doğru yol olmalıdır. Sonraki adımlar ise korkuyu gönderen ile kurulacak temas ve diyaloglardır. Kaynaklar, elçiler, bilgi birikimleri bu anlamda yeterli çapta zenginlik ihtiva etmektedir.
Kedersiz, acısız, endişesiz; güzel günler dileyerek sözlerimizi noktalayalım.