Mağazada tüm ihtişamı ile alıcılarını bekleyen onca ürünleri beş dakikalığına bırakıp, dama çıkıyorum... Akşam üzeri yumuşak bir güneş kedimiz Ballı'nın yüzüne vuruyor, bu durumundan istifade eden ballı güneşin tadını çıkartıyor. Gündüzün devrilmesine az kaldı. Karşı binada düdüklü tencereden yayılan mercimek çorbasının kokusu bütün sokağı sarmıştı, güzergâh da aheste aheste sesler kesilip, yerini sessizlik kaplamıştı. İnterneti açınca Cebrail beyin bana iletmiş olduğu bol senalı mesajını okurken buldum kendimi; "Çok değerli yazarımız Özgür bey, gazetemizin 4. Yılına girmesi münasebetiyle sizden de bu konu ile ilgili bir köşe yazısı yazmanızı rica ediyoruz. 9 Şubat’a 4.Yayın yılını kutlayacağız."
Bu mesajı, üç yüz kırk dört adım öteden yoluyordu bana... Ne ara, 4 yıl geçti hiç bilmiyorum. Zamanın bizi hızlıca yaşlandırdığına tanıklık etmemiz de hep hüzün veriyor, kendi kendimize uydurduğumuz zaman dilimi trajikomik bir hâle yelken açıyor...
"Çok değerli yazarımız Özgür Bey" cümlesini görür görmez Virginia Woolf'un sözü geliyor hatırıma:
“Woolf, coşku dolu bir ses ile "Sadece yazın" dedi.
“Saçmalayabildiğiniz kadar saçmalayın. Aptal olun, duygusal olun, Shelley’yi taklit edin. İçinizden gelen her sese kulak verin, dizginleri anlık arzulara bırakın. Dilbilgisi kurallarını, edebi ön kabulleri ve söz dizimine dayalı kuralları boş verin. Kırın, dökün, devirin. Kendi keşfiniz olsun olmasın, her türlü kelimeyi kullanın. Nazım veya nesir biçiminde ya da aklınıza gelen abuk sabuk, anlamsız sözlerle oluşturduğunuz gelişigüzel metinlerle öfkelenin, sevin, alay edin. Ta ki yazmayı öğrenene kadar…”
Virginia Woolf nasıl telaffuz edip yazar adaylarına ilham vermişse, Batman tarafsız gazetesi imtiyaz sahibi Cebrail Bey ve Başyazar Önder Tufan'da böyle ilham kaynağı benim için. Unutmadan, (sürgün şiirler) Zeki bey de.
Zaman zaman onların ilham dolu, içten ve samimi sözleri beni "yaz"ma eylemine itiyor...
Kendimi bildim bileli hayatta hep ufak tefek detaylara takılanlardan oldum. Kimsenin görmediklerini gören, kimsenin duymadıklarına duyan belki de kimsenin yemediklerini yiyen.
Örneğin;
- Cami önümde duran takunya terlikler, o kadar yahşi görünüyor ki gözüme sormayın, hele birde o şıkırtılı sesleri... Her ne kadar netameli olsa da beni çağırıp, işimi kolaylaştırıyor.
- Sabah ki mercimek çorbası, yanına 3 tutam maydanoz, 1 dilim limon, bir çay kaşığı pul biber ve kırılmış soğan kâsesi. (Şimdi, siz "Gurme" de dersiniz. Lakin ben gurme değilim şikemperver'im yani midesine düşkün olan, yemekten hoşnut bulan.)
- Sahici, samimi ve kendi olan şu kısacık hayatta mevki/para/saltanat uğruna karakterinden ödün vermeyen kişiler.
- Hayvanları kış ayı koruna bilmelerine, barına bilmelerine en azından karınlarını doyura bilmelerine yardımcı olmak.
- Bir Kedi'yi süt içerken izlemek.
- Samimi, içten bir iltifat.
Bu saydıklarım hep küçük detaylar… "Büyük mutluluklar küçük şeylerde saklıdır." Üstatlarımız laf olsun diye söylememiş. Bende yaşadım, bende inanıyorum ve şükredip mutlu oluyorum. "Böyle olmasaydım böyle biri olamazdım" diye mırıldanıyorum… Tüy yumağı Ballı’nın başını tüm sevecenliğim ile okşayıp, mağazaya iniyorum...
Evet, sevgili tarafsız ailesi henüz 4.cü yaşında. Sizden okuyacağımız, sizden duyacağımız, sizden izleyeceğimiz daha çok şey var! Nice mutlu yıllara, tabi bizim yazılarımıza kulak veren okurlarımıza da hürmet eder, dostluk dolu başarılı yıllar dilerim.